Gıda Bülteni Konuk Yazar 2030 yılında 670 milyon kişi yetersiz beslenecek

2030 yılında 670 milyon kişi yetersiz beslenecek

Dünyada 2 milyardan fazla insan yeterli, güvenilir ve besleyici gıdaya ulaşamıyor. Bu da gıdaya erişimi insanlığın en büyük sorunlarından biri haline getiriyor. Gıda Mühendisleri Birliği Sektör Komisyon Başkanı, eğitmen Osman Işık dünyada ve Türkiye'de gıdayı ele aldı.

12 Dakika
OKUNMA SÜRESİ

Canlıların tümünün yaşamını sürdürebilmesi ancak beslenme ile mümkündür. Beslenme bu anlamda zaruri bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Beslenme, açlık duygusunu bastırmak, karın doyurmak ya da canının çektiği şeyleri yemek içmek fiili şeklinde anlaşılmamalıdır. 

Beslenme; sağlığı korumak, geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi olan besin ögelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almak için bilinçli yapılması gereken bir eylemdir.

Yoksulluk, kıtlık, kriz, savaş ve açlık dışında gelişen teknoloji, yeni gıda türlerinin ortaya çıkması, artan gıda rantı ile küreselleşme; gıda güvenliği sorunlarının daha fazla ortaya çıkmasına neden olmaktadır. 

Gıda kaynaklı hastalıkların yol açtığı insan kayıplarının ve hastalıklarının gıda ticaretinin küreselleşmesiyle artması kontrolü güç bir alan oluşturmaya başlamıştır.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Sağlık Örgütüne (WHO) göre yılda ortalama 600 milyon kişi gıda kaynaklı hastalıklara yakalanmakta, 400 binden fazla kişi ise gıda kaynaklı hastalıklardan dolayı yaşamlarını yitirmektedir.

Bu durumun büyük bir çoğunluğunun geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerde gerçekleştiği düşünülse de, gelişmiş ülkelerde de gıdalardan kaynaklanan hastalıklarla mücadele edilmektedir. 

Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde gıdadan kaynaklı hastalıklardan dolayı yılda ortalama 48 milyon vaka görülmekte, bunların 128 bini hastaneye yatışla son bulmakta, ortalama 3 bin kişi hayatını kaybetmektedir.

2030 yılında 670 milyon kişi yetersiz beslenecek

Gıdaya ilişkin başka bir ana sorun ise gıdaya erişimin zorluğu ile yaşanan hastalık ve ölümlerdir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD), Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), BM Dünya Gıda Programı (WFP) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından ortaklaşa hazırlanan Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenmenin Durumu 2022 raporunda da bu durum açık şekilde ortaya konulmaktadır.

Rapora göre, Covid-19 pandemisinin de etkisi ile 2021 yılında dünya üzerinde 702 ile 828 milyon arasında insan açlıktan etkilenmiş; 2,3 milyar insan ise gıda güvensizliği yaşamıştır (FAO vd., 2022:10). Raporda 2030 yılına gelindiğinde yaklaşık 670 milyon kişinin yetersiz besleneceği tahminine de yer verilmektedir.

Bütün bunlar gıda güvenliğini, toplumların ve devletlerin gündemine taşımış ve günümüzde en fazla bahsedilen konuların başına getirmiştir. Sanayileşmeyle birlikte kırsaldan şehre göçüş, hizmet sektörünün üretim sektörüne nazaran daha hızlı büyümesi, kimyasal ilaç ve gübre kullanımının artması, iklim değişikliği, çevre kirliliği, tarım arazilerinin hatalı kullanımı, doğal kaynakların verimsiz kullanımı ve su kaynaklarının azalması gibi nedenlerden dolayı topluluk ve devletler bu sorunlara çözümler aramıştır.

Bu çözüm arayışının bir nedeninin ise ticari faaliyetlerin sürdürülebilmesi olduğu söylenebilecektir. Sürdürülebilir kalkınma hedef ve politikaları da bu çözüm yollarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Bu çalışmada sürdürülebilir kalkınma ile gıda güvenliği ilişkisi ele alınmış ve ülkemizde bu politikalar çerçevesinde gıda güvenliğine ilişkin faaliyetler incelenmiştir. 

Bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, gıda ve gıda güvenliği kavramlarından bahsedilmiştir. 

İkinci bölümde, sürdürülebilir kalkınma ve gıda güvenliği ilişkisi ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma açısından gıda güvenliğinden söz edilmiştir.

Gıda ve Gıda Güvenliği

Fakirlik, açlık, refah, kıtlık gibi kavramlarla doğrudan ilgili olan gıda kavramı, dilimize Arapça’dan geçmiş olup besin-yiyecek anlamlarına karşılık gelmektedir. Gıdanın önemi nedeniyle tarih boyunca bu yönde birçok idari ve hukuki düzenleme yapıldığı görülmektedir (Tayar, 2010:246). 

Günümüz hukuk metinlerinde ise gıda kapsamlı olarak, Avrupa Parlamentosu ve Konseyi’nin gıda yasasıyla ilgili genel ilke ve şartları belirleyen, “Avrupa Gıda Güvenliği İdaresini” kuran ve gıda güvenliği konularıyla ilgili işlemleri belirleyen 28 Ocak 2002 tarih ve (EC)178/2002 sayılı Tüzüğünde tanımlanmıştır (Eur-Lex, 2002). 

Tüzükte yer verilen tanıma göre gıda (veya gıda maddesi) kavramı; işlenmiş, kısmen işlenmiş veya işlenmemiş, insanlar tarafından yenilmesi, içilmesi için tasarlanmış veya yenilmesi, içilmesi makul ölçüde beklenen madde veya ürün anlamına gelmektedir (Eur-Lex, 2002). Yukarıda yer alan bilgiler ışığında gıda, kısaca belli maddeler haricinde insanlar tarafından yenilip içilebilen veya yenilip içilmeye uygun ürünler olarak tanımlanabilecektir. 

Gıda kavramının kapsamının belirlenmesi, yani birtakım istisnalar getirilmesi, idarenin gıda güvenliğini sağlaması açısından da büyük önem arz etmektedir. Böylece idarenin hizmet ve sorumluluk alanının sınırları tespit edilebilmektedir.

Gıda güvenliği ile birlikte anılan gıda hijyeni, gıda kalitesi, gıda güvencesi ve güvenli gıda gibi birçok (Paradigma, 2022, 11(2) kavram bulunmaktadır. Terim anlamları olarak gıda güvenliğinden ayrılan bu kavramların içeriğine bakıldığında, hepsinin birbiriyle bağlantılı olduğu görülebilmektedir. Bu kavramlar gıda güvenliğinden farklı olarak tanımlansa da gıda güvenliğinin sağlanabilmesi ancak bu kavramların gerçekleşmesiyle tam anlamıyla mümkün olabilecektir. Bu nedenle gıda güvenliğinin teknik anlamının dışında bu kavramları da kapsayan bir tanımın yapılması gerekmektedir.

 Sürdürülebilir ve Gıda Güvenliği

Sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma, üzerinde yoğun şekilde konuşulan ve tartışılan konular olmasına rağmen halihazırda kavramlar üzerinde ortak bir tanıma ulaşılamamıştır (Yılmaz Turgut, 2012:93). 

Sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınmanın tarihi daha eskilere götürülse de ilk uluslararası resmi temeller 1972 yılında yapılan Stockholm Konferansı’nda atılmıştır (Bozloğan, 2010:1011-1028). Konferansta açıkça sürdürülebilir kalkınmadan bahsedilmese de, çevresel ve ekonomik kalkınmanın gerekliliği gibi hususların yer aldığı konferans bildirgesi, sürdürülebilir kalkınmanın terimleşmesine katkıda bulunmuştur. 

Sürdürülebilir kalkınma kavram olarak ilk defa 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunca hazırlanan Brundtland Raporu’nda kullanılmıştır (Brundtland, 1987; Sarıbeyoğlu Skalar, 2015:1-21). 

1992 Rio Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Zirvesi’nde ise sürdürülebilir kalkınma açık bir gündem ve hedef haline gelmiştir. 1992 Rio Zirvesi beş temel başlık üzerinde yoğunlaşmaktadır. 

Bunlar; iklim değişikliği sözleşmesi, biyolojik çeşitlilik sözleşmesi, orman ilkeleri, Rio Bildirgesi ve eylem planı olan Gündem 21’dir. Rio Zirvesi, sürdürülebilir kalkınmanın yol haritasının oluşturulması adımı olarak kabul edilmektedir. Bildirgeye göre, sürdürülebilir kalkınma insan merkezli olmalı ve insanlar doğayla uyumlu şekilde sağlıklı ve üretken bir biçimde yaşama hakkına sahip olmalıdır. 

Gündem 21’de sürdürülebilir kalkınma; sosyal ve ekonomik boyutu, kalkınma için kaynakların korunması ve yöntemi, temel grupların rollerinin genişletilmesi ve kalkınma için uygulama araçları ile ele alınmaktadır. 1993 yılında Rio Zirvesi’nde kabul edilen gündemlerin takibi için Birleşmiş Milletler bünyesindeki Ekonomik ve Sosyal Konsey-ESK (Economic and Social Council-ECOSOC) içinde Sürdürülebilir Gelişme Komisyonu-SGK (The Comission on Sustainable Development-CSD) kurulmuştur (Bozloğan, 2010:1021). 

1995 yılında Kahire’de Birleşmiş Milletler Nüfus ve Kalkınma Konferansı yapılarak kalkınma ve nüfus arasındaki ilişki üzerinde durulmuş, 1996 yılında ise İstanbul’da Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı-Habitat II ile insan yerleşimlerinin kalkınmadaki rolü ele alınmıştır. 

1997 yılında New York’ta yapılan Rio +5 Forumu ile sürdürülebilir kalkınmayı gündemden uygulamaya geçirebilmek için geniş bir katılım ve bu katılım ile her kesimin kendi tecrübelerini aktarması amaçlanmıştır.

Türkiye’de Sürdürülebilir Kalkınma Açısından Gıda Güvenliği 

**  Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşabilmek için mevzuatta ve planlamalarda kalkınmaya ilişkin hedeflere yer verilmiştir. Mevzuat düzenlemelerine bakıldığında ise gıda güvenliğinin daha çok çevresel boyutta ele alındığı, kimi zaman ise ekonomik boyutta ele alındığı görülmektedir. Kalkınma planlarının politika oluşturulmasında önemli bir araç olduğu kabul edilmekle birlikte, yürütme ile yasama organı arasında politika yapımı açısından bir bağ niteliği taşıdığı kabul edilmektedir (Erol, 2020:122). 

Bu nedenle sürdürülebilir kalkınmada ülkemiz açısından politika oluşturulması, kalkınma planları ile sağlandığından planlarda gıda güvenliğine ilişkin politikaların nasıl ele alındığı önem taşımaktadır. Ülkemiz idari yapılanmasında da kalkınmaya yönelik teşkilatlar bulunmaktadır. 

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş yapılmadan önce bulunan fakat yeni hükümet sisteminde yer almayan Kalkınma Bakanlığının görev ve yetkilerinin büyük bir kısmı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından yerine getirilmektedir.
Bunun dışında Türkiye’nin 26 bölgesinde kurulan Kalkınma Ajansları ile Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası sürdürülebilir kalkınmayı amaçlayan kurumlar arasında sayılabilecektir.

2872 sayılı Çevre Kanunu’nun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olarak kabul edilen çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri çerçevesinde korunması olarak belirlenmiştir (2872 sayılı Çevre Kanunu m.1, 1983). 

Kanun, genel olarak çevre boyutunu önde tutarak sürdürülebilir kalkınmayı; bugünkü ve gelecekteki nesillerin, sağlıklı bir çevrede yaşamasını koruma altına alan çevresel, ekonomik ve sosyal hedefler arasında denge kurulmasını sağlayan kalkınma ve gelişme olarak tanımlamaktadır (2872 sayılı Çevre Kanunu, m.2, 1983). Burada yapılan sürdürülebilir kalkınma tanımının günümüzdeki sürdürülebilirlik hedeflerine daha uygun olduğu söylenebilecektir. 

Tanım, sürdürülebilir kalkınmanın üç boyutunu da içermektedir. 2872 sayılı Çevre Kanunu dışında ekonomi içerikli olan kanunlardan (4059 sayılı Finansal İstikrar ile Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun,1994) çevreyle ilgisi olan 3194 sayılı İmar Kanunu’na, tarımla ilgili kanunlardan Sıfır Atık Yönetmeliği’ne birçok mevzuat düzenlemesinde sürdürülebilir kalkınma hedeflerine yer verilmektedir. 

Örneğin, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun görev ve sorumluluklar başlıklı 7. maddesinde belediye; sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak çevrenin, tarım alanlarının ve su havzalarının korunmasını sağlamakla görevli ve sorumlu kılınmıştır. 

Bu düzenlemelere bakıldığında gıdanın, tarım ve su ile üretimiyle ilişkili olması bakımından dolaylı olarak ele alındığını söylenebilecektir. Ancak, dolaylı da olsa bu mevzuat hükümleri dahi gıda güvenliği için önem taşımaktadır. Yukarıda bahsedildiği üzere sürdürülebilir çevre olmadan sürdürülebilir gıda güvenliği olamayacaktır. Ayrıca tarım ve su havzalarının korunması gibi hükümlerde gıda güvenliğine ilişkindir, denilebilecektir.

Sürdürülebilir kalkınma düzenlemeleri

Sürdürülebilir kalkınma, gıda açısından temel kanun olan 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nda doğrudan ele alınmamaktadır. 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu’nda ise genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) kaynaklı riskleri engellemek, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması amacıyla sürdürülebilir biyogüvenlik sistemlerin kurulması ve uygulanması amaçlanmaktadır (Biyogüvenlik Kanunu m.1, 2010). 

5488 sayılı Tarım Kanun’da ise tarım politikalarının ilkelerinden biri “sürdürülebilirlik, insan sağlığı ve çevreye duyarlılık” olarak düzenlenmekte (5488 sayılı Tarım Kanunu, m.5/e, 2006), tarım politikalarının amaçlarından biri ise “gıda güvencesi ve güvenliğinin güçlendirilmesi” olarak ele alınmaktadır (5488 sayılı Tarım Kanunu m.4, 2006). 

5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazı̇ Kullanımı Kanunu ise toprağın korunması ve tarımsal arazilerin çevre öncelikli olarak sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olacak şekilde planlanması düzenlenmektedir (Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu m.3/b, m.10,2005). Bu yasal düzenlemelere bakıldığında ise yine doğrudan gıda güvenliği ve sürdürülebilir kalkınmanın birlikte ele alınmadığı görülmektedir. Ancak GDO’nun daha çok gıda güvenliğini ilgilendirdiği ve gıdanın üretim alanlarının büyük kısmını tarım ve toprak oluşturduğunu göz önüne alındığında, bu düzenlemelerin gıda ile gıda güvenliğini ilgilendirdiği görülmektedir. 

Bu dolaylı ilişkiyi Tarım Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 3. maddesinde yer alan “arazi kullanım planlaması”ndan çıkartmak mümkündür. Kanuna göre, arazi kullanım planlaması; “her ölçekte plânlamaya temel oluşturmak üzere, toprağın ve diğer çevresel kaynakların bozulmasını önlemek için ekolojik, toplumsal ve ekonomik şartlar gözetilerek sürdürülebilirlik ilkesine uygun, farklı arazi kullanım şekillerini oluşturmaya yönelik toprak ve su potansiyelinin belirlenip, sistematik olarak değerlendirilmesini ve birbirleri ile olan ilişkilerini ortaya koyan rasyonel arazi kullanım plânları” olarak tanımlanmaktadır. 

Sürdürülebilir tarım ile sürdürülebilir kalkınmayı ilişkilendiren bu tanım aynı zamanda sürdürülebilir gıda üretimine ve gıda güvenliğine de hizmet etmektedir. Sürdürülebilir kalkınma ile ilgili olarak bahsedilebilecek bir diğer düzenleme ise 4 sayılı Bakanlıklara Bağlı, İlgili, İlişkili Kurum ve Kuruluşlar ile Diğer Kurum ve Kuruluşların Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nde (CBK) düzenlenen İklim Değişikliği Başkanlığına ilişkin düzenlemelerdir (4 sayılı CBK:2018). Kararname ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bağlı olarak kurulan Başkanlığın amaçlarından birisi de “yeşil kalkınmaya yönelik plan, politika ve stratejilerin belirlenmesine ilişkin ulusal ve uluslararası çalışmaları yapmak”tır.

Sonuç olarak gıda, insanoğlunun yaşamını sürdürebilmesi için gerekli ögelerin en başında gelmektedir. Bu nedenle insanlığın başlangıcından beri önemini sürdürmekte ve dünyada yaşanan büyük olayların nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde sekiz yüz milyondan fazla insan açlık çekiyorken, tüm dünyada açlık çekenlerle birlikte iki milyardan fazla insanın yeterli, güvenilir ve besleyici gıdaya erişim sağlayamadığı tahmin edilmektedir (FAO, 2019a:4). Bu acı tahminler gıda güvenliğinin günümüzde daha önemli olduğunu ortaya koymaktadır


 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *