İstanbul’daki fiyatları da merak ettim ve ekip arkadaşlarımdan birini göndererek küçük bir araştırma yaptım.
Acıbadem’de kurulan perşembe pazarı ile fiyatlarını karşılaştırdım.
Aynı karpuzun kilosu İstanbul’da 30-35 lira arasında değişiyor. Barbunya 150 TL’yi buluyor. Limon 150-160 TL’den alıcı bulurken, İstanbul’un bazı semtlerinde 200 TL’ye kadar uzanıyor.
Çengelköy salatalığının kilosu 60 TL. Kahvaltı sofralarının yıldızı tarla domatesi ise 60 ila 80 TL arasında değişiyor. Evet, İstanbul büyükşehir, ama bu fiyat farkı neden bu kadar büyük?

Bu pazarda dolaşırken, aslında sadece sebze ve meyve değil, koca bir ekonomik çarpıklığın izlerini taşıdığımızı fark ettim.
Aynı ürün, farklı fiyat: Neden?
İstanbul’a taşınan her gıda ürünü, sadece kamyona yüklenmiyor. Ona işçilik yevmiyeleri, lojistik maliyetleri, aracı kârları, nakliye sigortaları, hal komisyonları, pazarlama giderleri ve bir de büyükşehir enflasyonu ekleniyor. Bir ürün Dikili’de üreticiden tezgaha 1-2 aracıyla ulaşırken, İstanbul’da çoğu zaman 4-5 aşamadan geçiyor. Her aşama da fiyata zam olarak yansıyor.

Ancak hikâye sadece taşımayla bitmiyor.
Türkiye genelinde tarımsal üretim maliyetleri son yıllarda büyük oranda arttı.
Gübre, mazot, işçilik, su ve elektrik gibi girdilerdeki fiyat artışları, üreticiye yük bindiriyor. Bu yük büyükşehirlere vardığında adeta katlanıyor. İstanbul gibi nüfusu 16 milyonu aşan bir şehirde, arz-talep dengesi de zaten üretici aleyhine değil, tüketici aleyhine çalışıyor.
Enflasyon, gıdaya erişimi ne kadar zorlaştırdı?

TÜİK’in son verilerine göre, yıllık gıda enflasyonu yüzde 70’ler civarında.
Gerçek hayat pazarlarında ise bu oranları her gün katbekat hissediyoruz.
Bugün çekirdek bir ailenin haftalık sebze-meyve masrafı birkaç parça ürün alsa bile 800-1000 TL’yi buluyor. Asgari ücretle geçinen ya da sabit gelirli milyonlarca insan için bu rakam çok yüksek.
Artık “Mevsim meyvesi tüketelim” önerisi bile geçerliliğini yitiriyor.
Çünkü mevsiminde bile olsa meyveye ulaşmak lüks sayılıyor. Özellikle bu yaz kirazın kilosu 500 liraları aşınca pek çok kişi mevsiminde kiraz yiyemedi.
Karpuz, halk arasında yazın en uygun fiyatlı meyvesiydi. Ama İstanbul’da kilosu 15-20 hatta 35 TL’leri aşınca, o da birçok sofradan eksildi.

İstanbul’un enflasyonu, gıda krizinin yüzü
İstanbul’da yaşamak, sadece konut, ulaşım ya da eğitim değil; gıdaya erişim açısından da artık büyük bir ekonomik sınav haline geldi. Özellikle çocuklu aileler, yaşlılar, öğrenciler ve dar gelirli kesimler için pazara gitmek bile “hesap kitap” gerektiriyor.
Bu noktada şu soruyu sormadan edemiyorum:
Tarım ülkesi olarak bilinen Türkiye’de, neden kendi vatandaşımız sofraya karpuz koymakta zorlanıyor?

Çözüm nerede?
Yerel üretimin desteklenmesi, doğrudan üreticiden tüketiciye ulaşım kanallarının yaygınlaştırılması ve özellikle büyükşehirlerde halk pazarları ya da kooperatif sistemlerinin güçlendirilmesi artık sadece tercih değil, zorunluluk. Aksi halde, gıda bir lüks haline gelecek ve bu fark sadece şehirlerarasında değil, sınıflar arasında da derinleşecek.

Dikili pazarı, bana yalnızca yazın tazeliğini değil, Türkiye’de gıdaya erişim konusunda büyüyen eşitsizliği de gösterdi. Aynı tarladan çıkan karpuzun, bir şehirde serinlik; başka bir şehirde erişilmez bir meyve oluşu, üzerinde düşünmemiz gereken büyük bir çelişki…